13 Haziran sabahı dünya yeni bir jeopolitik döneme uyandı. İsrail’in İran’a karşı başlattığı “Yükselen Aslan Harekatı” ile Tahran’daki üst düzey askeri hedefleri ve nükleer tesisleri hedef aldı. İran Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Devrim Muhafızları üst düzey yetkililerini öldürdü. Bu gelişme Ortadoğu’da bölgesel bir çatışmanın ötesinde, küresel düzeyde güvenlik, enerji ve diplomatik dengeleri altüst edecek bir sarsıntıya dönüştü.
İsrail’in “önleyici darbe doktrini” olarak sunduğu bu saldırıda esas hedefin İran’ın nükleer kapasitesi değil bölgesel etkinliği ve rejim yapısı olduğu giderek netleşiyor. İran’ın saldırıya doğrudan karşılık vermesi de bölgesel savaş ihtimalini gündeme getirdi.
Türkiye’nin bu krizde seyirci değil, denge unsuru olma zorunluluğu
Gerilim yalnızca Tahran – Tel Aviv hattıyla sınırlı kalmadı. Washington, Brüksel, Moskova, Riyad ve Ankara da bu çatışmanın diplomatik, askeri ve ekonomik sonuçları hesaplamaya başladı. Türkiye, bu süreçte alışıldık “denge siyaseti’nin” ötesinde daha belirleyici bir aktör olma niyetinde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan saldırıların ardından yaptığı açıklamada İsrail’in eylemlerini “sinsi ve kapsamlı” olarak niteledi ve uluslararası toplumu Netanyahu yönetimini frenlemeye çağırdı. Ayrıca “Masada çözülebilecek meseleleri silahla halletmeye çalışmak felaket getirir.” diyerek diplomatik yollarla çözüm çağrısı yaptı.
Ankara, İsrail’i doğrudan ve sert şekilde eleştirirken, İran’a karşı daha temkinli bir dil benimsedi. 2024’te yaşanan İran – İsrail gerilimde İran’ın “meşru müdafaa hakkı”na destek veren Türkiye, bu kez doğrudan siyasi destekten kaçındı. Aynı zamanda, ABD’ye yönelik eleştirilerden kaçınılması ve Trump’ın başlattığı nükleer müzakere sürecine destek verilmesi dikkat çekti.
Krizin Türkiye Açısından Boyutları
Ekonomi ve Enerji Güvenliği
Türkiye, doğalgaz ihtiyacının %15’ini İran’dan karşılıyor. Olası bir sabotaj, yaptırım ya da savaş riski bu akışı kesintiye uğratabilir. İran üzerinden geçmesi planlanan Türkmenistan gazı projesi askıya alınabilir. Hürmüz Boğazı’ndaki bir kriz ise dünya petrol arzını vurabilir. Brent petrolün 150 dolar bandına çıkması, Türkiye’nin enflasyon ve cari açığını daha da derinleştirebilir.
Askeri Hazırlık ve Caydırıcılık Kapasitesi
Türkiye’nin savunma altyapısı hızla gelişiyor ancak modern sistemlerde dışa bağımlılık halen ciddi bir sorun. Hava Kuvvetleri modernizasyonu gecikiyor, S-400’ler kullanılmıyor. KAAN savaş uçağının aktif kullanıma girmesi 2030’ları bulabilir. Bu tablo, Türkiye’nin caydırıcılık iddiasını zorluyor. Özellikle İsrail gibi Batı gibi Batı destekli aktörler karşısında yalnız kalma riski büyüyor.
Radyolojik Tehlike Riski
İran’ın yeraltı nükleer tesislerine yönelik bir saldırı, yapısal çökme ya da sabotaj nedeniyle ciddi bir radyasyon sızıntısına yol açabilir. Bu bir kaç saat içinde Türkiye’nin doğu illerini etkileyebilecek bir çevresel felakete neden olabilir Türkiye’nin ise bu tür bir duruma karşı sivil savunma ve erken uyarı sistemleri yetersiz durumda.
Dış Ticaret ve Bölgesel Güvenlik
Basra Körfezi, Asya ve Körfez Bölgesi ile yürütülen dış ticaretin en önemli güzergahlarından biri olduğundan, güvenlik riskinin artması ticari maliyetleri ve sigorta maliyetlerini de arttırıyor. Bu durum, tedarik zincirinde gecikmelere ve ekonomik büyümenin baskılanmasına neden olur.
Diplomatik Prestij ve Arabuluculuk
Türkiye, İsrail ve İran ile doğrudan iletişimi olan nadir ülkelerden biri. Rusya-Ukrayna savaşındaki arabuluculuk rolü, Ankara’yı yeni bir diplomatik fırsatla karşı karşıya getirse de iç politikadaki kutuplaşma, mezhepsel dinamikler ve dış politikadaki kırılganlıklar, arabuluculuk rolünü zora sokabilir. Yine de, İsrail ile kurulan diplomatik temaslar doğru yönetilirse, Türkiye bu krizden bölgesel güç olarak prestij kazanarak çıkabilir.
ABD’nin İkili Stratejisi ve Türkiye’nin Pozisyonu
ABD çatışmaya doğrudan dahil olmadığı argümanını sık sık yinelese de, sahadaki üsleri ve istihbarat desteğiyle süreci yönlendiriyor ve İsrail’i destekliyor. Umman aracılığıyla Tahran’la müzakereler yürütülmeye çalışılsa da bu girişim de başarısız oldu. Türkiye de bu durumda nükleer anlaşma sürecine ABD ile karşı karşıya gelmekten kaçınarak destek veriyor. Böylece dengeyi korumaya çalışıyor.
Erdoğan’ın Trump ile görüşme isteği ve NATO Zirvesi öncesi söylemdeki özen, Türkiye’nin Washington ile olası bir diplomatik krizi istemediğini gösteriyor.
Türkiye’nin Önündeki Kritik Nokta
Türkiye bu krizde geleneksel “denge siyaseti”ni sürdürebilecek gibi görünmüyor. İsrail’in bölgedeki rakipsiz etkisini dengeleyecek tek aktör olarak Türkiye’nin önünde hem riskler hem de fırsatlar var.
Mevcut durum artan enerji maliyetleri, radyolojik tehlikeye karşı hazırlıksız durumda olma, tedarik zincirinde kırılma ve dış ticarette daralma, NATO ve Batı ile ilgili ilişkilerde yeni kırılmalar gibi riskler barındırıyor. Ancak diğer yandan yeni diplomatik alanlar ve prestij kazanma, bölgedeki enerji koridorlarında merkezi aktör olma, Orta Asya ve Kafkasya’ya açılacak yeni ticaret yolları oluşturabilme ve bölgesel güvenliğin inşasında kurucu aktör rolünü alma gibi fırsatlar sunuyor.
İsrail- İran çatışması yalnızca silahların etkin olduğu bir kriz değil aynı zamanda Türkiye’nin kendini nasıl tanımlayacağına ve ilerleyen dönemde bölgede kendini nereye konumlandıracağına dair tarihi bir sınav.
Türkiye ulusal çıkarlarını korumak, bölgesel dengeleri yönetmek ve dış politikada etkili bir aktör olabilmek için duygusal tepkilerin ötesinde, soğukkanlı ve çok boyutlu bir strateji belirlemek ve geleneksel “denge” politikasının yerine “güçlü ve proaktif” bir dış politika inşa etmeli.