Niğde’de geri dönüşüm fabrikasında çalışan 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul’un kolunu makineye kaptırarak hayatını kaybetmesinin ardından henüz oyun çağındaki çocukların ağır sanayi koşullarında çalışmak zorunda olması ve Türkiye’de çocuk işçiliğinin nasıl bir hayatta kalma meselesine dönüştüğünü gözler önüne serdi.

Ülkede giderek derinleşen yoksulluk ve denetimsizlik, çocukların fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda ve şantiyelerde ağır koşullarda çalışırken yaşamlarını yitirmelerine yol açıyor. Abdurrahman’ın ölümü ise yalnızca sistematik bir ihmalin, sosyal adaletsizliğin ve devletin gözetim görevini yerine getirememesinin en acı örneklerinden biri olarak kayıtlara geçti.
Abdurrahman’ın ölümünün ardından ülkenin dört bir yanından gelen benzer haberler tabloyu daha da netleştiriyor. Konya’nın Beyşehir ilçesinde kuyu açma işinde çalışan 14 yaşındaki Suriyeli Yusuf Mısri, sondaj makinesinin halat kancasının başına çarpması sonucu hayatını kaybetti.

Kayseri’nin Sarıoğlu ilçesinde kum ocağında çalışan 17 yaşındaki Mehmet Özarslan iş makinesi bakımı yaptığı sırada Kızılırmak nehrine düşerek hayatını kaybetti. Mehmet’in cansız bedenine 26 saat sonra ulaşıldı.
Şırnak’tan Antalya’ya çalışmak için gelen Yakup Taşer ise ağır koşullara dayanamayarak iş yerinde yaşamına son verdi.
Gaziantep’te elini makineye kaptırarak üç parmağını kaybeden Halil Kırpaç’ın hikayesi ise hayatta kalan çocukların da nasıl geri dönüşü olmayan fiziksel ve ruhsal travmalar yaşadığını gösteriyor.
Bütün bu örnekler çocuk işçiliğinin yalnızca hak ihlali değil aynı zamanda yaşam hakkını da tehdit eden bir olgu olduğunun kanıtı niteliğinde.
İşçi sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre yalnızca 2024 yılında 22’si 14 yaş ve altında, 49’u 15-17 yaş arasında olmak üzere tam 71 çocuk işçi hayatını kaybetti. 2025’te ise Nisan ayına dek en az 17 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.
Oysa bu rakamlar yalnızca buzdağının görünen kısmı. Kayıpların çoğunluğu kayıtdışı ve denetimsiz alanlarda yaşandığından resmi verilere yansımıyor olsa da son 10 yılda, 18 yaşın altında en az 742 çocuk işçi ağır çalışma koşulları nedeniyle can verdi.
TÜİK’in 2024’ün Nisan ayında yayımladığı verilere göre 15-17 yaş grubunda iş gücüne katılım oranı %22.1’e ulaştı. Bu oran 490 binden fazla çocuk işçiye tekabül ediyor.
Eğitim Reformu Girişiminin raporuna göre yalnızca 2023-2024 öğretim yılında 612 binden fazla çocuk okulu terk etti.
Tüm bu veriler gösteriyor ki çocuk işçiliği istisnai bir durum değil, ekonomik ve toplumsal krizin en bariz tezahürlerinden biri.
Türkiye’de yasalar çocuk işçiliği konusunda belli yaş sınırları ve koşullar önerse de pratikte bu sınırlar tamamen yok sayılıyor. Yasalara göre 14 yaşını doldurmamış çocukların çalışması yasak; 14 yaşın üzerindeki çocuklar ise yalnızca eğitimlerini aksatmayacak şekilde hafif işlerde çalışabilir. Bu işler arasında çiçek satmak, evrak düzenlemek veya paketleme yapmak gibi fiziksel risk taşımayan işler bulunuyor.
Ancak geri dönüşüm fabrikalarında, kum ocaklarında, inşaat sahalarında ve benzeri ağır koşulların mevcut olduğu sahalarda çalışan çocuklar yasadışı biçimde ağır ve tehlikeli işlerde istihdam ediliyor. Çoğunlukla bu işyerleri kayıt dışı çalışıyor ya da yasal denetimden kaçıyor.
Denetim yapılmadığı gibi çalışanlar da etkin şekilde cezalandırılmıyor. Çocuk işçiliğin bu denli yaygınlaşması yalnızca bireysel ihlallerin değil devletin gözetim ve denetim sorumluluğunu yerine getirmemesinin, yani kurumsal ihmalkarlığın da bir sonucu.